Film Endüstrisinde Pasta Büyüyor Ama Adil Paylaşılmıyor
Bu yıl Türkiye film endüstrisinin 100. yılını kutluyoruz. İlk yerli yapım olarak kabul edilen “Ayastefanos’taki Rus Abidesi’nin Yıkılışı” isimli belgeselin 1914 yılında Fuat Uzkınay tarafından çekilmesinin ardından Türk Sineması çeşitli dönemlerden geçti. Erken Dönem olarak kabul edilen 1950 öncesi dönemde yılda ortalama 1-2 yerli film üretiliyordu. Türk Sineması’nın altın çağı olarak kabul edilen Yeşilçam Dönemi’nde ise bu rakam 200’lere kadar yükseldi. Yeşilçam Dönemi’ni takip eden 80li ve 90lı yıllarda Türk Sineması bir gerileme ve kriz dönemi yaşadı. 2000’lerin ortalarından itibaren yaşamakta olduğumuz dönem ise üretilen film sayısı, izleyici sayısı ve toplam hasılattaki istikrarlı artış dolayısıyla sinemanın Rönesans Dönemi olarak değerlendiriliyor.
Yukarıdaki grafiklerde de görüldüğü gibi Türkiye’de film piyasasının hem üretilen yerli film sayısı bakımından, hem de yerli ve yabancı filmlerin gösteriminden elde edilen toplam hasılat bakımından büyümekte olduğu bir gerçek. Türk Sineması’nın 100. yılı dolayısıyla Avrupa Görsel-İşitsel Gözlemevi tarafından yayınlanan The Turkish Film Industry, Key Developments 2004-2013 başlıklı rapora göre de Türkiye, son 10 yılın ortalamasına bakıldığında film endüstrisindeki büyüme bakımından Avrupa ülkeleri arasında Rusya’dan sonra 2. sırada yer alıyor. Fakat yalnızca bu rakamlara dayanarak Türkiye’de sinema endüstrisinin geliştiği yorumunu yapmak doğru olmaz. Böylesine fazlaca iyimser bir yorum, son yıllarda yalnızca Türkiye’nin milli gelirindeki artışa bakılarak ülke ekonomisinin iyiye gittiği yönünde çizilen pembe tabloya benziyor. Toplam milli gelirdeki artışın, bu gelir ülke genelinde dengeli olarak dağılmadığı sürece ekonomik kalkınma ve gelişme anlamına gelmemesi gibi, sinema endüstrisine dair yukarıda bahsedilen rakamlardaki büyüme de tek başına sektörün geliştiği anlamına gelmez. Zira sinema sektöründe üretilen bu ekonomik pasta, sektörün üretim, dağıtım ve gösterim aşamasında rol alan aktörler arasında dengeli olarak dağılmıyor. Belli başlı yapımcılar, dağıtımcılar ve sinema salonu zincirleri pastanın büyük kısmını paylaşırken, geri kalan onlarcasına ancak kırıntılar kalıyor.
Yukarıdaki 3 grafikte 2013 yılında gösterimde olan yerli filmlerden elde edilen hasılatın yapım şirketleri, dağıtım şirketleri ve sinema salonları arasında nasıl dağıldığı görülüyor. 2013 yılında Türk filmlerinin gösteriminden elde edilen 29 milyon TL hasılatın 22 milyon TL’lik kısmı ilk 10 filmden (Düğün Dernek, CM101MMXI Fundamentals, Celâl ile Ceren, Kelebeğin Rüyası, Selam, Hükümet Kadın 2, Romantik Komedi 2, Hükümet Kadın, Benim Dünyam, Su ve Ateş) elde edilirken geri kalan 135 film için yalnızca 7 milyon TL değerinde bilet kesildi. 2013 yılında gösterimde olan toplam 145 Türk filminden 89’unun dağıtımını UIP, Tig, WB ve Pin gerçekleştirdi ve bu 89 filmin hasılatı toplam hasılatın %98’ini oluşturdu. Gösterim salonları bakımından incelendiğinde ise, toplam 29 milyon TL hasılatın %52’si Mars Entertainment Group’a ait olan Cinemaximum salonlarında toplandı. Bu oranlar bakımından Türkiye, tüm Avrupa ülkelerinin içinde de başı çekiyor.
Değer zincirinin her aşamasında (üretim, dağıtım ve gösterim) bu düzeyde konsantrasyonun bulunduğu bir piyasada, Cinemaximum ve onu izleyen birkaç zincir sinema salonu dışında kalan küçük çaplı salonların, başı çeken birkaç dağıtımcı şirket dışındaki dağıtımcıların ve gişe hasılatı yapım masraflarını karşılayabilen sınırlı sayıdaki filmi üretenler dışındaki sinemacıların kendi güçleriyle ayakta kalması pek mümkün görünmüyor. Bu noktada devlet desteğine büyük gereksinim doğuyor.
Türkiye’de Kültür ve Turizm Bakanlığı, Sinema Genel Müdürlüğü aracılığıyla uzun metrajlı filmlere, kısa filmlere ve belgesellere ayrı ayrı yapım destekleri veriyor. Bakanlık, 2013 yapımı toplam 85 filmden 26’sını desteklemiş, belgesel destekleri dahil toplam 9,3 milyon TL yapım desteği dağıtmış bulunuyor. Bu rakam, Bakanlığın 2006 yılından bu yana sinema sektörüne ayırdığı yıllık destek rakamları arasında en düşüğü. Kamu desteğinin rakamsal olarak hem geçmiş yıllara oranla hem de diğer Avrupa ülkelerinde devlet tarafından sinema sektörüne aktarılan mali kaynaklara oranla düşük oluşunun yanı sıra, yalnızca yapım aşamasına yönelik destek verilmesi de stratejik olarak verimli bir yöntem değil. Zira bir filmin üretilmesi, o film seyirciyle buluşmadığı sürece sektörün gelişimi adına pek bir anlam ifade etmez. Bu nedenle, yukarıda sözü edilen sektör içi dengesizliği ortadan kaldırmanın yolu, yapım desteğinin yanında sistemli bir tanıtım ve gösterim desteğinin de verilmesidir. Ancak bu yolla tanıtıma ayıracak bütçesi olmayan ve sinema salonlarında gösterim şansı bulamayan filmler, yüksek tanıtım bütçeleri ve star oyuncu kadrolarıyla izleyiciyi çeken yapımlarla rekabet etme şansı yakalayabilirler.
Başka Sinema örneği:
Başka Sinema, ulusal ve uluslararası platformlarda beğeni kazanan ve özellikle uzun süreler gösterimde kalma şansı bulamayan filmlerin yepyeni bir seans yapısıyla sinemaseverlerle buluşması amacıyla M3 Film ve Kariyo & Ababay Vakfı işbirliği ile 2013’te hayata geçirilen sürekli bir sinema salonu oluşumu. Oluşumun temel amaçları; festivallerde yoğun ilgi gören bağımsız filmlerin yıl boyu art arda aynı ilgi ve heyecanla ilgi görmesini sağlamak, ulusal ve uluslararası platformda beğeni kazanan fakat Türkiye’de vizyona girmekte zorlanan filmlere vizyon alanı yaratmak, rutin sinema deneyiminin dışına çıkarak filmlerin daha esnek bir programla daha uzun süre vizyonda kalmasını sağlamak. Başka Sinema, İstanbul genelinde anlaştığı sinema salonlarına, dağıtımını üstlendikleri filmlerin en az bir ay süreyle vizyonda kalması ve filmin gösterime girmesinden bir ay önce izleyiciye program dağıtılması şartını koşarak bu filmlerin izlenme şansını artırıyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ve yerel yönetimler, vizyona giremeyen ya da vizyonda uzun süre kalamayan yerli yapımlara mali tanıtım desteği vermenin yanı sıra, Başka Sinema örneğinden hareketle kamuya ait kültür merkezlerinde alternatif gösterim alanları da yaratmalıdırlar.